Gerek içerik kalitesi gerekse de satış rakamları açısından oldukça büyük başarılara imza atan Gülün Adı romanının yayınlanmasının üzerinden 31 yıl geçti. Umberto Eco’nun romanı ilk olarak Milano’da 1980 yılında basılmıştı.
Geçen süre zarfında kitap üzerine çeşitli eleştiriler yapıldı, makaleler kaleme alındı. Hatta pek çok dizi ve film çekildi. Kitap dünya çapında 30’dan fazla dile çevrildi ve pek çok ödül kazandı.
Gülün Adı romanı günümüzde halen en çok okunan, okumayanlar için de en fazla merak edilen kitaplar arasında yer alıyor. Eco’nun ustalık eserinden biri olan Gülün Adı romanına biraz yakından bakalım.
Gülün Adı Romanının Konusu
Gülüm Adı romanının konusunu ‘bir manastırda cinayetler işleniyor’ şeklinde izah etseydik, muhtemelen bize ilk karşı çıkan ve alay eden Yasin Karaman olurdu. 2016 yılında yazdığı Postille: Eco’dan Sonra Gülün Adı isimli makalesinde Eco’nun romanının nasıl okunması gerektiğini anlatıyor. Karaman, Eco’nun alıntılarını kullanarak kurgusal metinlerin olanaklı dünyalar üreten birer “makine” olduklarını, bir model ortaya çıkardıklarını, ancak bu modelin yazar tarafından değil, yorumlar üreten metnin kendisi tarafından sağlandığını ifade ediyor.
Gülün Adı romanı yukarıdaki örneğe paralel bir metin ortaya koyarak okucuyunun, okuduğu her sayfada yorum ürettiği bir romandır. 1327’de Fransiskan bir keşiş olan Baskervilleli William, teolojik bir tartışma için papaz adayı Adso ile Kuzey İtalya’daki Benedict Manastırı’na geliyor.
Manastır, Papa 22. John ile sapkınlıklarından şüphelenilen Fransiskenler arasındaki bir anlaşmazlıkta tarafsız bir zemin olarak kullanılıyor. Manastırda, yaptığı resimlerden dolayı saygı duyulan bir illimünatör (minyatür sanatıyla uğraşan bir kimse) olan Otrantolu Adelmo‘nun ölümünden rahatsızlık duyulmaktadır. Adelmo dini konuları da kapsayan mizah içerikli sanat konusunda yetenekli birisiydi. Manastırın başrahibi olan Fossanovalı Abo, William’dan onun ölümünü araştırmasını talep etti.
William, soruşturma sırasında manastırın en eski keşişlerinden biri olan Burgoslu Jorge ile kahkanın teolojik karşılığı üzerine bir tartışmaya giriyor. Ertesi gün, bir Aristoteles alimi ve Yunanca ve Arapça tercümanı olan Salvemecli Venantius, domuz kanıyla dolu bir fıçıda ölü bulunuyor.
Şifalı bitki uzmanı Severinus, William’a Venantius’un dilinde ve parmaklarında zehire işaret eden siyah lekeler olduğunu söylüyor. Daha sonra William, bir retorik bilgini olan Uppsalalı Benno‘dan manastırda eşcinsel ilişki yaşandığını öğreniyor. William ve Adso, labirent şeklindeki kütüphaneye giriyorlar ve orada finis Africae adında gizli bir odayı arıyorlar. Daha sonra Venantius’un masasında şifreli notlarla birlikte bir kitap bulurlar.
Gülüm Adı romanı bu şekilde bir olay örgüsüyle okuyucuyu içine sürüklüyor ve Orta Çağ’ı belki de tüm yönleriyle zihinlerde şekillendiren bir kurgu sunuyor. Kitap dünya çapında 50 milyondan fazla kopya satarken günümüzde halen popülerliğini koruyor.